Ana içeriğe atla

Belgrad'da 5 Gün - 2. Bölüm

Evet, 1. Bölümdeki gezimiz tam hızıyla devam ediyor. En son Bayraklı Camisini ziyaret etmiştik. Gruptan hariç olarak o bölgeyi tek başıma ziyaret ettiğimde, caminin yakınlarında bir türbe gördüm, Şeyh Mustafa Türbesi.

Şeyh Mustafa Türbesinin kitabesi
Penceresinden baktım ama oldukça tozluydu ve pek bir şey görünmüyordu.

Camiden sonra Kalemegdan'a doğru ilerledik. Yemyeşil bir arazinin içinde yer alan kale, hem konumu hem de tarihi açısından Belgrad'ın gözbebeği.
Kale'den Sava ve Tuna nehirlerinin kesiştiği bölgenin manzarası

Victor Heykeli
Kalemegdan'da çekilecek pek çok fotoğraf var. Aralara serpiştiricem bu fotoğrafları, gezimize devam edelim.
Saat 11.00'de başlayan turumuz 13.00 itibariyle sona erdi. Sevgili rehberimiz Jelena ile vedalaştık ve dağıldık. Tur ücretsizdi ama tur sonunda bahşiş bırakabiliyorsunuz istediğiniz oranda, Jelena'nın gerek bilgilendirici gerekse güleryüzlü sohbeti bahşişten daha fazlasını hak ediyordu açıkçası.
Kaldığım hostel Kalemegdan'a çok yakın olduğu için meydandaki banklara oturup biraz vakit geçirdim insanları gözledim. Satranç oynayan amcalar, köpeğini gezdiren insanlar, oturup bira içen gençler...
Hostele vardıktan sonra biraz dinlendim, malum 2 saat aralıksız yürümüştük. Sonrasında hazırlanıp yiyecek arayışına koyuldum.
Caddeye yakın bir restorana oturdum ve daha önce okuduğum tavsiyelerden biri olan 'Karadjordjeva' yemeye karar verdim. Bu yemek aklımda geyik eti olarak kalmış, yerken pek beğenmemiştim tadını ama geyik eti böyle oluyor herhalde deyip koca porsiyonu bitirdim. Gel gör ki bu yemeğin domuz etinden yapıldığını öğrendiğimde çok geçti :D böylelikle dolu dolu bu etin de tadına bakmış oldum. Siz yemek istediğinizde domuz eti dışında kullandıkları et olup olmadığını sorabilirsiniz, dana etiyle daha güzel olur muhtemelen. Etin içine kaymak konuluyor ve dışı da unlanıp kızartılıyor. Fiyat açısından da çok pahalı tutmadı diye hatırlıyorum Türkiye ile kıyaslayınca, 30 TL tutmuş olabilir. Ödeme seçeneği olarak da nakit mi kart mı diyerek sipariş alırken soruyorlar.
Karadjordjeva ve Sırbistan'ın meşhur birası Jelen

Yemekten sonra Kalemegdanın yeşillik dolu yollarından geçip, şehrin diğer kısmından yürüyerek akşam saatlerinde Skadarlija'ya vardım.
Kale bölgesinden bir kesit. Ne kadar da huzur dolu. Belgrad yemyeşil bir şehir, her tarafta geniş, huzurlu parklar var.

Frambuaz soslu tatlı, kırmızı şarap, mum ve ben adlı sanatsal çalışmam:)
 Tri šešira adlı restoran
Restoranlara gitmeden önce rezervasyon yaptırsanız iyi olur, çünkü turistik bir bölge ve genelde hep dolular. Yalnız seyahat etmenin avantajı, benim gibi rezervasyon yapmadan içeri girebilmeniz :) Dezavantajı ise yemek yerken sıkılmak. Tek seyahat ettiğimi öğrenenler genelde şaşırıp, sıkıcı olup olmadığını sordular. Benim için yemek zamanları dışında harikaydı. Canınız ne isterse, saatten bağımsız olarak istediğiniz yere gidip istediğinizi yapabiliyosunuz. Bu çok büyük bir özgürlük bence. Herkes en azından bir kere denemeli.
                                            Restoranın web sitesi; http://www.trisesira.rs/en/



Gezimize 2. gün ile devam ediyoruz.

2.gün

Bugün de yine Free Walking Tour ile 20. yüzyıl turuna katılmak için buluşma noktamız olan Prens Mihalio Heykeline geldim. İlk durağımız meşhur Hotel Moskva. Rehberimiz pek çok ünlünün burada kaldığını, bunlardan birinin de Brad Pitt olduğunu söyledi. Rus stilinde yapılmış 4 yıldızlı tarihi bir otel.

http://www.booking.com/hotel/rs/moskva.html?aid=1472203&no_rooms=1&group_adults=1


Hotel Moskva (Yapımına 1905'te başlanıp 1908'de açılmış.)
Şehirde yürümeye devam ederken dün olduğu gibi bugün de Sırpların milli içkisi ev yapımı 'Rakija' ikram etti rehberimiz. Rakija'dan bahsedecek olursam, ismi bizim rakıyı andırsa da tadı öyle değil. Oldukça sert bir içki ve çeşitli meyvelerden elde edilebiliyor, bugün denediğimiz erikliydi. Shot şeklinde servis edilse de rehberimiz tek seferde içmememiz gerektiğini söyledi, bunun sebebi oldukça sert olması.
Ulusal Parlamento Binası
Parlamento binasının önündeki pankartlar, 1999 NATO saldırısında hayatını kaybeden Sırpların ailelerinin sitemlerini içeriyor. 'Katil USA' gibi ibareler var, bunların arasında Türkiye'nin de adı geçiyor. Benim dikkatimi çeken şey resmi bir binanın önünde bu tarz pankartların yer alabilmesi.

Eski Saray. Şimdi ise Şehir Meclisi.
Milli sporcular madalya aldıklarında buradan halkı selamlıyormuş.

St.Mark Kilisesi dışarıdan ve içerden görünümü
Aziz Mark Kilisesi, eski görünümüne karşı 1940 yılında tamamlanmış bir Ortodoks kilisesi. Tašmajdan Parkında bulunuyor. Parkın adı tanıdık gelmiştir, taş ve meydan, ama burdaki meydan bizim anladığımız gibi değil, taşocağı anlamında. Taş meydan denmesinin sebebi ise Osmanlı zamanında bu bölgeden taş çıkarılırmış, o dönemden kalan yapılar burdan çıkan taşlardan yapılmış. Bir dönem de barut elde etmek için kullanılmış bu taşlar.


Şehirde ilerlerken pek çok yıkık dökük bina görebilirsiniz, hükümet bu binaları özellikle yeniletmiyormuş, böylece geçmişte ne yaşadıklarını unutmuyorlarmış. Rehberimiz Kosova'nın hala Sırbistan'a ait olduğunu söylemişti mesela. Bu arada rehberimiz avukattı. Ekonominin kötülüğü ve işsizlik, gençleri farklı alanlara itiyor, bu anlamda Türkiye'den farkı yok.

olda, Zaşto(Neden) yazılı bir anıt, NATO bombardımanında hayatını kaybedenlere atfedilmiş. Sağda ise bahsettiğim yıkık binalardan biri, Sırbistan Radyo Televizyon Merkezi'nin kalıntıları

Tasmajdan'dan sonra son durağımız olan meşhur St. Sava Kilisesi'ne doğru yola koyulduk.


İç yapımı ekonomik sebeplerden dolayı hala devam etmekte olan kilisenin çevresinde dilenciler mevcut.

Dışarıdan ve içeriden görüntüsü.Alt katı tamamlanmış, ziyaret edebilirsiniz.

Tur gezimiz burda sona erdi ve dağıldık. Hava kapanmaya başlamıştı, hostelime doğru ilerlerken hem çok yorulduğumu hem de acıktığımı farkettim. Meşhur 'Burek' -bizdeki börek- yemek için cadde üzerindeki dükkanlardan birinde durdum ve yedim. Bizdekine oranla daha yağlı ve lezzetsizdi, bir de mekanı çok beğenmedim sinekler uçuyordu, midem bulandı açıkçası. Gözlemlediğim diğer müşteriler arasında yaşlı Sırp bi teyze vardı, böreğinin yanında bizdeki ayran gibi ama daha kıvamlı olan yoğurdu içmişti. Bu arada böreğin diliminin fiyatı 50 dinardı. Ordan çıkıp yoluma devam ettim, Hotel Moskva'ya yaklaşınca Cafesinde oturmaya karar verdim, benim ünlülerden neyim eksikti :) Orda dinlenip tatlımı yedikten sonra yağmurun da bastırmasıyla hostelime girdim ve dinlenmeye çekildim.

Akşam 8 gibi karnımda ziller çalmaya başlamıştı, hazırlanıp daha önce adını duyduğum bir restoranı bulmaya karar verdim. Biraz yürüdükten sonra kayboldum, yolu bulmaya çalışırken de yine adını daha önce duyduğum başka bir restorana rastladım. Burası sadece 'Cevapi' yapan bir yerdi ve içeri girdim. Cevapi, bizdeki İnegöl köftesinin benzeri. Tadı da oldukça lezzetliydi. Köftenin adet fiyatı 50 dinardı. Belirtmekte fayda var, Mayıs 2017de 1 euro yaklaşık 125 dinar ediyordu.

Drama ćevapi

Boş sokaklarda gezinirken tekrar hostele gitmeye karar verdim, bu geceki planım belliydi. Meşhur gece kulübü Mr. Stefan Braun'a gidicektim. Saat gece 12'ye yaklaşırken, hafif de olsa bir tedirginlik duyarak yola koyuldum. Gidiş yönümden tam emin olmamakla birlikte, insanlara sorarım diyerek devam ettim. Sonuçta meşhur bi kulüptü. Gel gör ki ilk sorduğum kişi poğaça satan bir kadındı, haliyle bilemedi. Haritadan baktığım kadarıyla yola devam ettim ve benim adres sorduğumu gören bi adam yaklaştı. Önce sırpça sonra ingilizce konuşmaya başladı, kesinlikle Sırpa benzemiyordu, belki Roman bir vatandaştı. Yolu tarif etti ve birlikte gitmeyi teklif etti. Hayır diyerek teşekkür ettim ve yürümeye başladım, ama maalesef ısrar etmeye başladı. Etrafımda herhangi bi insan ya da polis yoktu, direkt şikayet edicektim ama hiç bişey yapamadım, daha sert bir biçimde gitmesini söyledim. Bu sefer gerçekten korkmaya başlamıştım. Yazımın başında da dediğim gibi kadın olmanın dezavantajını yaşamayacağım ülkeler Avrupa ülkeleriydi, ama Sırbistan henüz AB üyesi de olmadığı için bu tarz şeyler daha çok görülüyor demek ki diye düşündüm. Yıllar önce Budapeşte'de öğrenim görürken bir kadının tacize uğramadan, gecenin bi vakti güvenle evine dönebildiğini keşfetmiştim. Ama maalesef işler böyle yürümedi Belgrad'da. Bi yandan yürüyordum ama o da yanımda yürümeye devam ediyordu. Nereli olduğumuz meselesine geldi konu. Türk olduğum söyledim, o da Faslı çıktı. Ben de dinden bahsetmeye karar verdim, çok korkuyodum ama belli etmemeye çalışıyodum. Kendimin de Müslüman olduğunu, peşimi bırakmasını söyledim ama işe yaramadı. Mekana geldiğimizde kalabalığa karıştım hemen. Sırpların kadını da erkeği de boylu poslu, mekan da karanlık olunca kaybolmam kolay oldu, ezilme tehlikesi de yaşamadım değil tabi :) 10-15 dk durduktan sonra çıkmaya karar verdim. Hem hala korkuyodum hem de müzikler hoşuma gitmemişti, bir de tek başına kulübe gelmek sıkıcıymış onu farkettim, belki de yaşlanmışımdır :D Evet burası meşhur bir yerdi ama Sırp gençleri için meşhurdu.



Ordan ayrıldıktan sonra hızlı adımlarla güvenli bölgeme doğru yola koyuldum, yani Knez Mihailova'ya. Hiç güzel bi tecrübe yaşamamıştım. Yağmur da hafiften çiselemeye başlamıştı, tekrar yol sormak zorunda kaldım bi gence, o da muhtemelen Roman bi vatandaştı ama düzgünce yardım etti. Tabi ben korkmuştum artık ve arada arkayı kontrol ediyordum peşimden gelen var mı diye. Sonunda tanıdığım sokağa ulaştım ve hemen kendimi hostele atıp uyumaya çalıştım. Çıkmadan önce bu tarz olay yaşanma ihtimalini aklımda bulundurduğum için kot pantolon, t-shirt, spor ayakkabı ve ceket kombinimle çıkmıştım, kötü bişey olursa koşabilirdim :D Neyse ki clubda dress code yoktu.

Knez Mihailova'nın gece saatlerindeki görüntüsü

Yorumlar